29 Mayıs 2007 Salı

nicin okumuyoruz

atalarımız “beşikten mezara kadar ilim öğreniniz” tavsiyesinde bulunmuşlardır. bu denli öneme haiz okuma eylemi niçin çağımızın üniversite öğrencilerini kuşatmıyor? insanlar, niçin kitap okuma alışkanlığı gibi önemli hasletlerinden uzak kalıyorlar? ilk çocukluk döneminden, günümüze değin kitapla yaşanacak süreç nasıl olmalı?insanın fizyo-psiko-sosyal gelişimini tamamlamada algıladıkları içerisinde okuyarak öğrendikleri, diğer duyu organlarıyla keşfettiklerinden daha kalıcıdır. çağdaş eğitim anlayışında daha bebek anne karnındayken kitapla ilişkilendirilerek, ona hikayeler okunmakta. yapılan araştırmalarda, öğrenmenin anne karnında başladığını, bebeğin anne karnındayken işittiklerini kolaylıkla konuşabilmesi ve aynı kolaylıkta öğrenmesi görülmüştür.kişinin okuma alışkanlığı kazanmasında birinci etken ailedir. bebek bir yaşına gelmeden ona hikayeler okunursa, bezden , plastikten yapılma kitaplara dokunması, onları ağzına götürerek keşfetmesi, onlarla kendince oyunlar oynaması, sağlanarak kitapla sıcak bir iletişime geçmesi sağlanabilir. kaldı ki; sesli kitaplardan, hareketli kitaplara, çok resimli-az metinli kitaplardan, kalın karton kitaplara kadar hayli geniş ürün yelpazesine sahip bir çocuk eğitim dokümanları piyasası mevcuttur.çocukları kitapla buluşturmada, ailenin bilinçlenmesi, ailenin okumanın önemini kavraması dışında neredeyse mazeret kalmamakta. ailelerin bilinçlenmelerini engelleyici etken; onların sosyo-ekonomik ve eğitim durumlarından önce yerleşik bebek algısı ve kitap ilişkisi üzerine taşıdıkları ön yargıdır. bu ön yargı maalesef eğitimli anne-babalarda daha çok yaygındır.aldığı eğitimle şartlanmış bireyleri ikna etmek, eğitim düzeyi düşük insanları ikna etmekten çok zordur. büyük şehirlerdeki gecekondu bölgelerine yönelik işlev gören açev’ler, bulundukları yörelerde çocuk- ebeveyn etkileşimindeki sorunları giderirken, okuma alışkanlığı, çocukların yaratıcılıklarını geliştirme, kendilerine güvenlerini kazanmalarını sağlamada ailelere yönelik başarılı davranış kalıpları geliştirirken, eğitim ve gelir düzeyi daha yüksek insanların bir çoğu kendi kişisel zaaf ve komplekslerini, kendi doğrularını, mutlak doğruymuş gibi çocuklarının eğitimlerine yansıtmaktadırlar.bu tür davranış kalıplarını sergileyen anne-babaları kınamamak gerekir. her birey, eğer güncellemediyse kendini, çocukluğunda yaşadıklarını, kendi anne ve babasından gördüğü muameleyi nerdeyse tıpkı basım kendi çocuğuna uygulayacaktır. pratik hayatta canlı örnekleriyle karşılaşıyoruz.televizyonda bir insana mikrofon uzatılıp, boş vakitlerinizde ne yaparsınız? sorusu sorulduğunda, genelde “kitap okurum” cevabı alınır. insanların hobi olarak gördükleri kitap okuma eylemi, anlamını yitirerek, muğlak bir içerik kazanmaktadır. boş vaktinde kitap okuduğunu ima eden birey, karşısındakine üstü kapalı olarak, ben aydın ve entelektüelim, kendimi yenileyecek bir pencerem var, mesajlarını ileterek, tabir yerindeyse durumu kurtarmakta. kitapları tüm masumiyetlerine rağmen, bireysel çıkarlarımız için hiç çekinmeden kullanmaktayız.toplumun başı sıkıştığında başvurduğu kitaplar, ilgilerini niçin sürekli tutamıyorlar? aile okul öncesi çocuğunu kitaba ısındırdı ve o şekilde okula yolladı diyelim. aile bütün görev ve sorumluluğunu okul ve öğretmenine yıkarsa yine problem başlıyor. maalesef , çocuklarımızı emanet ettiğimiz öğretmenlerimizde bu toplumun bir ferdi. bu toplumun tüm olumsuzluklarını bünyelerinde barındırmaktadırlar. kendisi kitap okumayan, kitapla muhatap olmayan öğretmen, öğrencisine kitap sevgisi veremez. müfredat dışında, hiçbir eylemde bulunmayan, ders planındaki konuları anlatmaktan öte hiçbir kaygı taşımayan öğretmenin, çocuk-kitap ilişkisini kurması mümkün değildir. öğrencisiyle ilgili öğretmenlerimizde yok değil. ancak onlarda, anadolu lisesi, lgs, öss gibi sınavlara yönelik kaygılar taşımaktadırlar. çocukların test tekniklerini geliştirmeye; onların okuma , anlama, yorumlama ve sonuç çıkarma gibi okumaya yönelik değil de; çoktan seçmeli, direkt sonuç almaya yönelik sınavmatör olmaları için çalışmaktadırlar. bu süreçte, kimi zaman çocuk, adı geçen sınavları kazanırken, en güzel okuma duygusunu yitirmekte, ancak veli ve öğretmen istediklerini almakta.kitapların masumiyeti, toplum kurgulama mühendislerince yok edilmektedirler. popüler, medyatik, içeriği “cool” konular içeren, çok satan kitaplar marketlerde, çiklet, çikolata gibi kasaların yanında çok düşük fiyatlarla satılmaktadırlar. kitap okuma alışkanlığını köreltici, kitabın toplum nezdindeki saygınlığını alçaltıcı bu tür kitaplar, birey –kitap ilişkisinde kısa süreli hazzın ötesine geçmeyen bir birliktelik kurmakta. okuyucuya ulaştığı sayı dikkate alındığında göğüs kabartan bu tür kitaplar, kitap okuma adına, kanaatimce bu kadar ilgiye layık değiller.kitapların okuyucuyla buluşmasında, bir dönem gazeteler, tiraj arttırma gayesiyle gerekli gereksiz bir yığın kitap ve ciltlerce ansiklopediyi kupon karşılığı dağıttılar. halkın çok rağbet ettiği bu kitap veya ansiklopediler, evlerin raflarını doldurmaktan öteye geçemediler. okuyucu bulamadılar. burada sorun, kitapların içeriğinden, kalitesinden çok, kitapların okuyucuyla buluşma yöntemindeydi. okuyucu hangi yaşta olursa olsun, çıkara endeksli yöntemlerle kendisine sunulan kitapla duygusal bir bağ kuramayacaktır. kitabı, kitapçıda görüp, inceleyerek, kitap hakkında az-çok bir ön bilgi edindikten sonra, içeriğindekilerin sizi cezbetmesi halinde onu satın alma gereği duyarsınız ve o anki bütçenizi aşsa dahi satın alırsınız. kitapla etkileşiminiz o an-belki ömrünüzün sonuna dek sürecek- başlar. ancak bu şekilde alınan kitabın okuyucusu nezdinde değeri olur ve okunur.kitapların, görsel ve işitsel medyanın yaygınlık kazanmasıyla okuyucu kaybettikleri görüşü çok yaygındır. halbuki, kitapların cd’lerle maliyet açısından rekabet etme şansı yoktur. bir kitabın fiyatının dörtte bir fiyatına cd satın alınabilmekte. kitapların okuyucuyla buluşmasında illegal bir yolda olsa-onaylamasam da- korsan kitap basımı ve kitapçı rafında değil de ucuz bir şekilde tezgahta satılması okuyucuyu bir nebze olsun doyurmakta.orta öğrenimde okurken kitapla sağlıklı bir birliktelik kuramayan üniversite öğrencisi, tüketim nesnesi haline dönüşen, yazılı materyalleri sırf moda olsun diye edinerek okuma eylemine dönüştürmemektedir. üniversite gençliği ders geçme kaygısıyla kitaplara yaklaşmakta. eğitim sürecinin hemen her kademesinde okulla ilişkilendirilen ders kitapları öğrencinin okuma iştahını kabartması gerekirken tersine köreltmekte. bunda eğitim sisteminin ezberci konseptiyle, öğretmenlerin bunu abartmaları gelmektedir.eğitim sisteminde ezberci tavır terk edilerek araştırma, irdeleme, ulaşılan bilgileri yorumlayabilme yeteneği ta çocukluktan kazandırılmalı. bunun için ebeveynlerin, öğretmenlerin, etraflarındaki çocukların yaratıcılık yeteneklerine ket vuran davranış kalıplarından vazgeçmeleri gerekmektedir. üniversite öğrencisi aldığı dersi geçmek için değil, altmış dakikada hasbel kader yazdıkları ile değil, emek vererek, araştırarak, üzerinde uğraşarak ortaya çıkardığı okuma eyleminin meyvesi yazmanın ürününü sergileyerek o dersle neredeyse duygusal bağlar kurarak geçmeli (adeta ayrılık acısı hissetmeli).

2 yorum:

Unconventional dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Unconventional dedi ki...

Ah şu son cümleleri ben bazı derslerimde yaşadım hala da yaşıyorum ama çoğu arkadaşımın dersi sadece not alıp geçmek için bir araç olarak görmeleri, political theory dersinin vizesinde sorulmuş olan J.J. Rousseau finalde de bir soruda Marx'la karşılaştırma şeklinde çıkınca sınıfın şaşkın şaşkın birbirlerine bakması ve hocaya "Bunu neden sordun ki şimdi biz buna çalışmadık" der gibi bir bakış atıp itiraz etmesi gibi sonuçlar doğuruyor maalesef. Ezberci zihniyetin açık bir örneği. Bu duruma üzülense sadece ben ve hoca olmuştuk galiba. Oysa ben soruyu görünce çok sevmiştim çünkü ezberci olmayan düşündürücü bir soruydu. Son olarak şunu da ekleyeyim. Hani birisi kitap okurken sizi görürse ve okunan kitap mainstream popüler bir roman değilde akademik bir eserse bazıları şöyle derler ya: " Bunları okuyupta filozof mu olacaksın? Bunlar boş şeyler, daha faydalı şeyler yap para kazan." ya da "Bunu okuyunca eline ne geçecek?" Bu sözleri neredeyse tüm boş vakitlerini facebook gibi sitelerde ziyan eden kişilerden duymak insanı çok ifrit ediyor. Neyse Birikim'in sloganıyla bitirelim: "Okumak iptiladır, müptelalara selam!"