29 Mayıs 2007 Salı

toplum sozlesmesi

toplumsal sözleşme kavramı ve sivil toplum düzenine geçişgiriş yerineher şey ilkel insanın doğanın tehlikelerinden kaçmak için diğer insanlarla birlik kurmasıyla başlamıştır. bu insanlar zamanla gruplar kurmuşlar ve bunlar daha da genişleyerek kabileleri ve en sonunda da toplumu oluşturmuştur. işte bu noktada insanların karşısına çıkan en büyük sorun bazı insanların kendi çıkarlarının kölesi olarak toplumu hiçe saymalarıdır. peki nasıl olacaktı da koskoca bir toplumun ortak çıkarları insanlar tarafından benimsenecekti. bu sorunun tek cevabı kuşkusuz toplumsal sözleşmelerdir.özellikle aydınlanma döneminde jean-jacques rousseau,thomas hobbes ve john locke’un üzerinde durduğu toplumsal sözleşme kavramı aynı zamanda sivil toplum düzeyine geçişin de temeli olmuştur.toplumsal sözleşme kavramının ortaya çıkışını ve çözüm bulduğu sorunlara geçmeden önce toplum kavramına değinmemiz gerekir. toplumlar aslında düzenli hayata geçişin sembolleridirler. düzenin olmadığı yerde herkes kendi eroslarına göre hareket eder ve bunun sonucunda kaos ortamı oluşur ki böyle bir durumda toplumun varlığını sürdürmesi imkansız hale gelir.toplum sözleşmesinde ortaya çıkan en önemli kavram “doğa hali” dir. insanın doğa halinde çıkarlarından başka bir şey düşünmeyen bir canavar olduğunu söyleyen hobbes’a göre “insan insanın kurdudur!” (homo homini lupus). hobbes insanların doğa halinde kesinlikle bir düzen kuramayacaklarını çünkü insanların toplu halde yaşama eğilimlerinin olmadığını iddia eder. john locke ise hobbes’un aksine insanların doğa halinde barışçıl olduklarını ve her şeye rağmen belli bir düzen kurup yaşayabileceklerini iddia eder. rousseau ise toplumun bir sözleşmenin ürünü olduğunu ancak bu sözleşmenin insanın doğasından doğmadığını;aksine insanın doğasını değiştirdiğini iddia eder.jean-jacques rousseau’nun toplumsal sözleşme kuramı: toplumsal sözleşme kavramı üzerine yazılmış en büyük eser kuşkusuz rousseau’nun “toplum sözleşmesi” kitabıdır. ünlü eserine “insan özgür doğar,oysa her yerde zincire vurulmuş durumda.”(rousseau,1999;s.29) cümlesiyle başlayan rousseau özellikle özgürlük kavramına değinmiştir. kendini diğer insanların efendisi sananların da aslında birer köle olduğunu söyleyen rousseau’ya göre insan ancak toplum içinde özgür olabilir. özgür halk ise toplumsal düzene ve yasalara uyan ancak kimseye itaat etmeyen halktır. özgürlüğünden vazgeçmiş birisi insan olmaktan vazgeçmiş demektir. rousseau’nun üzerinde dürdüğü diğer önemli kavramlar ise eşitlik,mülkiyet.adalet ve kanun,egemenlik ve genel iradedir. rousseau özellikle insanların doğa halinde eşit olduklarını,doğanın onlara her olanağı sağladığını ancak mülkiyet kavramının ortaya çıkmasıyla bu eşitliğin bozulmaya başladığını şu cümlesiyle özetliyor:”bir parça araziyi çitle çevirip “burası benimdir” demeyi akıl eden ve kendisine inanacak kadar saf insanlar bulan ilk insan uygar toplumun ilk yaratıcısıdır.bu insan ortaya çıktığında,kazıkları söken ya da tarlanın sınırlarını belirleyen hendeği tekrar toprakla dolduran ve “sakın bu düzenbaza kulak asmayın;meyvelerin herkese ait olduğunu dünyanın ise kimseye ait olmadığını unutursanız mahvolursunuz” diyen başka bir insan ortaya çıksaydı,insanlığı kim bilir kaç suç,savaş,cinayet,acı ve korkudan kurtaracaktı, kim bilir?”(rousseau,2003;s.67)rousseau aslında mülkiyet kavramının doğal bir hak olmadığını savunsa da bazı uyanıkların diğer insanların haklarına sahip çıktığını görerek mülkiyet hakkını kısmen de olsa kabul etmiştir. işte bu noktada sivil toplum düzenine geçişin gerekli olduğunu ve bunun için de genel istenci karşılayabilecek bir toplum sözleşmesi olması gerektiğini belirtmiştir. toplumsal sözleşme kitabında sözleşmenin çözüm bulduğu ana sorunu da şu cümlesiyle açıklamıştır:”katılımcılardan her birinin canını ve malını,oluşturacağı ortak gücün tümüyle savunup koruyacak bir katılım biçiminin bulunması… ve bu ortaklıkta her bireyin, tüm öteki ortaklarla birleşirken yine de yalnızca kendi istencine boyun eğmesi ve ortaklığa katılmadan önceki denli özgür kalması.” (rousseau,1999;s.46)toplumsal sözleşme insanların oy birliğiyle yaptığı bir anlaşmadır. bu anlaşma genel iradeyi ortaya koyar.devlet ise egemenliğin sahibidir.toplum sözleşmesinin anlam kazanabilmesi için egemen gücün varlığına ihtiyaç vardır.”her birey,sanki kendi kendisiyle sözleşme yaparak,iki bakımdan kendisini bağlıyor:birincisi,egemen varlığın üyesi olarak kişilere karşı;ikincisi,devletin üyesi olarak egemen varlığa karşı.”(rousseau,1999;s.49)egemenlik genel istenci yansıttığı için devredilemez ,bölünemez ve başkasına geçirilemez.rousseau toplumsal sözleşmenin devamını sağlamakla görevli yöneticilerin halka karşı sorumlu olduğunu ancak halkın hiçbir şekilde yöneticilere bağlı olmadığını söyler. bütün gücü elinde tutuğunu söyleyerek halkı kandırmaya çalışan ve genel iradeyi öznele indirgemek isteyecek şahıslar çıkacaktır elbette ancak bunlara karşı halkın aydınlatılması zorunludur. toplum sözleşmesinin insanlara getirdiği büyük yararlar var elbette ki kişileri koruma altına alması gibi,genel iradeyi yani bir bakıma bireysel iradeyi yerine getirmesi gibi. ancak rousseau bunu tek bir cümleye indirgeyebilmiştir:”insanın toplumsal sözleşmeyle yitirdiği şey,doğal özgürlüğü ve isteyip elde edebileceği şeyler üzerindeki sınırsız hakkıdır;kazandığı ise,yurttaşlık özgürlüğü ve elindeki şeyler üzerindeki iyeliktir.”(rousseau,1999;s.53)toplumsal sözleşmenin en önemli unsurlarından biri de tabii ki yasalardır.sözleşmenin devamı için yasalar gereklidir ve bu yasaları halkın genel iradesi doğrultusunda yasa koyucular koyar. yasa koyucular genel iradeyi en iyi şekilde bilmeli ancak kendi çıkarlarını işin içine katmamalıdırlar. dehasıyla olduğu kadar yönetim içindeki yeriyle de önemli kişiler olmalılar. hükümetler ise yasaları denetlemekle yükümlüdürler. hükümetin bir başka görevi ise uyruklar ile egemen varlık arasındaki iletişimi sağlamaktır. yani hükümet aracı bir kurumdur. rousseau’ya göre 3 çeşit hükümet vardır:egemen varlığın yönetim işini tüm halka ya da halkın büyük bölümüne bıraktığı demokrasi;yönetimin az sayıda insanın elinde olduğu aristokrasi ve yönetimin tek kişinin eline bırakıldığı monarşi. bu yönetim biçiminin hangisinin daha iyi olduğu ya da hangisinin daha yararlı olduğu ise görecelidir çünkü her toplum kendi özelliklerine göre bir yönetim biçimine sahiptir. eğer bu hükümetler görevini kötüye kullanacak olursa genel irade yok olur ve buraya kadar bahsettiğimiz her şey bozulur çünkü bütün bu kavramlar birbirine zincirleme bağlıdır.thomas hobbes’un toplumsal sözleşme teorisi: girişte de bahsettiğim gibi hobbes doğa halinde birbirlerine düşman olduklarını ve tam bir kaos ortamının olduğunu belirtir. bu kaos ise sivil toplum düzenine geçişle yani toplumsal sözleşmeyle aşılabilir. çünkü doğa halinde yaşayan insan ile toplumsal düzen içinde yaşayan insan arasında güdüleri ve amaçları bakımından hiçbir fark yoktur. yalnız,doğa halindeki çatışma yüzünden arzuların ve isteklerin gerçekleşme olanağı yoktur. ancak egemen gücün sağladığı düzen sayesinde müreffeh yaşam mümkün olur(sunar,1999;s.78). görüldüğü gibi hobbes da egemen gücün varlığından ve gerekliliğinden bahsetmiştir. egemen gücü ise sembolize ederek açıklamıştır. dünyadaki insanların tümü bir çeşit canavardır ve her zaman güçlü olan kazanır.leviathan (yunan mitolojisinde 7 başlı bir canavar)ise en güçlü canavardır. herkese söz geçirebilen bu canavar zamanla topluma malolur ve çıkarlarını toplumun ortak çıkarlarına göre belirler. böylece toplumda düzen sağlanmış olur ve sözleşme uygulamaya konabilir hale gelir. tüm insanlar egemen güce karşı kendilerini güçsüz hissettiklerinden sözleşmeye uyma zorunluluğu doğar. işte bu noktadan sonra doğa halindeki asosyal,egoist ve bireyci insanlık görüşü zıt yönde değişir.hobbes’un leviathan’ı coğrafi bir metafor olarak kullandığını da söyleyebiliriz.hobbes’a göre özgürlük insanların isteklerine engelsiz ulaşabilmesidir. sözleşme ise karşılıklı hak devredilmesidir. yani insanlar kendi özgürlükleri için bazı doğal haklarından feragat etmek zorundadırlar. hobbes da rousseau gibi adalet kavramı üzerinde durmuş;adalet ve mülkiyetin devletin kuruluşuyla başladığını savunmuştur. devletin amacı güvenliktir.devletler toplumun genel iradesini temsilen kurulur ve hükümet devletin uygulayıcısıdır. kişiler hükümet şeklini değiştiremezler dolayısıyla egemen güç vazgeçilmezdir. toplumun refahını egemen güç sağlar ve bunu yaparken kişiler ona müdahele edemez..hobbes da rousseau gibi 3 tip devlet türü olduğunu söylemiştir:halkın yönetimi(demokrasi), azınlığın yönetimi(aristokrasi) ve tek kişinin yönetimi(monarşi). bunlar dışında bir devlet türü olamaz. yasalar uyulması gereken emirlerdir ve yasa koyucu da egemen güçtür. egemen güç yasalara tabii değildir. yazılmamış yasalar doğa yasalarıdır ve son olarak yazılmış ama duyurulmamış yasalar yasa niteliği taşımazlar.john locke’un toplum düşünceleri: locke da hobbes gibi öncelikle doğa halinden bahsetmiş ancak bu konuda hobbes’dan çok daha iyimser bir tavır takınmıştır. o’na göre insanlar doğa halinde özgürlük ve barış içinde yaşarlar ve bu durumda bile belli bir düzenleri vardır. doğa halindeki insanların amacı birbirlerinin ihtiyaçlarını karşılamaktır ve bunun için de bazı yasalara uyarlar. bu yasalar genellikle doğa yasalarıdır fakat insanlar bu yasalara uymadıkları zaman ortaya çıkacak kargaşayı tahmin ettiklerinden yasalara uyarlar. sadece bazı akıl-dışı davranan serseri gruplar bu yasaları çiğnerler ve bu noktada sivil topluma geçiş kaçınılmazdır. çünkü insanların en doğal hakları tehlikededir özellikle de mülkiyet hakkı. çünkü mülkiyet hakkı insanlarının emekleri karşılığında hak ettikleri doğal bir haktır. locke bu durumu şöyle açıklıyor:”doğa halinde insanın sahip olduğu haklar güven altında değildir,başkalarının saldırılarına açıktır… işte bu güvensizlik insanda(doğa halini)terk etmek arzusunu yaratır… yaşamlarını,özgürlüklerini ve emlakını ki ben bunlara genel olarak mülkiyet diyorum,korumak isteyen insanların birleşerek toplumu oluşturmaları nedensiz değildir.” (locke,1960;s.73)locke burada mülkiyet kavramını dünyada yaşamak için sarfettiği emeği kastederek söylemiştir. işte bu noktada şunu söyleyebiliriz; insan, varlığında saklı olan mülk yani emek yoluyla tanrı tarafından insanlara ortak verilmiş doğaya el koyar;elde edilen ürün insanın öz varlığının bir uzantısıdır.bundan dolayı insan nasıl emeğinden vazgeçemezse mal ve mülk den de vazgeçemez.john locke’a göre yönetici güce sözleşmenin devamı ve güvenlik haricinde pek gerek yoktur. devlet ise bir sözleşme ile doğal hakları korumak üzere insanlar tarafından kurulmuştur. eğer devlet bu hakları çiğnerse yurttaşların devlete karşı koyma hakları vardır. devlet bir trafik polisi gibi sadece düzeni sağlamakla yükümlüdür.sonuç yerinesonuç olarak fikirleri bazı noktalarda çatışsa da 3 yazar da toplumsal sözleşmelerin gerekliliğinden bahsetmişler ve bu sözleşmeler sonucunda sivil topluma geçişi kaçınılmaz olarak nitelendirmişlerdir. sivil topluma geçiş farklı nedenlerden ortaya çıkmıştır fakat sonuçta insanların doğa halinde yaşayamayarak bu düzene geçtikleri görülüyor. gerek rousseau,gerek hobbes ,gerekse locke toplumsal sözleşmelerin ortak çıkarı için yapıldıkları ve genel iradeyi temsil ettikleri hususunda görüş birliğine varmışlardır. sonuçta bu sözleşmelerle sivil toplum düzenine geçilmiş;bunun sonucunda devletler kurulmuş,yasalar konmuş ve toplumun huzuru sağlanmıştır. toplumsal sözleşme kavramı özellikle 18. yy dan sonra büyük önem kazanmış ve bugünkü anayasaların ve kanunların temelleri atılmıştır. bu konuda özellikle rousseau’nun eserleri örnek alınmıştır. ancak her şeye rağmen toplumsal sözleşmelerin değeri ve gerekliliği üzerindeki tartışmalar günümüze kadar uzanmıştır.kaynakçarousseau,jean-jacques(1999)”toplum sözleşmesi”,çev:alpagut erenuluğ,öteki yay.,ankara rousseau,jean-jacques(2003)”insanlar arasındaki eşitsizliğin kaynağı ve temelleri üzerine”,çev:hakan zengin, morpa kültür yay.,istanbulhobbes,thomas(1992),”leviathan”,çev:semih lim,yapı kredi kültür yay.,istanbulswingewood,alan(1998),”sosyolojik düşüncenin kısa tarihi”,çev:osman akınhay,bilim ve sanat yay.,ankarasunar,ilkay(1999),”düşün ve toplum”,doruk yay.,ankara

Hiç yorum yok: