29 Mayıs 2007 Salı

modernizm

modernizm: tamamlanmamış bir proje mi?modernizm in ne liğine ilişkin tartışmalar kuşkusuz ki günümüz sosyoloji literatürünün en can alıcı noktasını oluşturur. bu bağlamda ele alınan postmodernizm kavramı bile modernizm tartışmaları üzerine kurulmuş ya da kurulmak istenmiş bir “öteki” konumundadır. işte bu açıdan bakıldığında modernizm in doğuşunu ya da kaynaklarını iyi incelemek ve konuyu farklı bağlamlara getirmeden kendi argümanlarıyla çözmek gerekir. zira modernizm sloganları ve işleyişi bakımından çok kaplayıcı ve difüzyonist bir ilkesel duruşa sahiptir.esasında modernizm tartışmalarına girmeden önce modernizm in ana kaynağı olan aydınlanma döneminin tüm gerçekliğiyle ortaya konması gerekir. bu yazıda ise aydınlanmanın temel ilkeleri ve sorunlarını tartışmaya çalışıp , habermas’ ın deyimiyle “tamamlanmamış bir proje” olarak modernizm in imkanını sorgulayacağım. ımodernizm her haliyle aydınlanmanın yarattığı zihniyet dönüşümünün bir ürünüdür. ortaçağ sonrası aydınlanma hareketleriyle beraber insan aklına, özgürlüğe ve bireysel haklara yapılan vurgu modernizmin de temel ilkeleridir diyebiliriz. ancak modernizm in bugünkü geldiği noktaya baktığımızda vaatlerini yerine getirememiş bir aydınlanma ve modernleşme projesi görüyoruz. işte bu önkabulden hareketle frankfurt okulu üyeleri –özellikle adorno ve horkheimer- modernizmi analiz edebilmek ve sorunlara işaret etmek üzere işe aydınlanma eleştirisiyle başlarlar.“aydınlanma’ nın diyalektiği” adlı eserde özellikle gözümüze çarpan şey aydınlanma nın aslında hiç de masum bir tavırda olmadığıdır. aydınlanma esasen brujuva nın yükselişine neden olmuştur. aydınlanma nın bize sunduğu “akıl” hiç de özgürlüğe neden olmuş değildir ve aydınlanma ile birlikte yükselişe geçen “rasyonalite” düşüncesi insanları brujuva egemen bir toplumun tekdüze yaşam stiline doğru sürüklemiştir. max weber’ in bürokrasi çalışmaları ve rasyonaliteye yaptığı vurgular bu tezi desteklemektedir. insanlar artık “demir kafes” içerisinde gibidirler ve “akıl” dediğimiz şey bile brujuva egemenliğinin bize sunduğu alternatif tanımlardan ibarettir.aydınlanma nın bir başka sorunu ise bireysel haklar konusundaki samimiyetsizliğidir. geldiğimiz noktada artık kant’ ın “sapere aude!” sloganı sadece nesnel akla denk düşmekte ve insanları tüketmeye yönlendiren bir slogan durumundadır. adorno nun deyimiyle aydınlanma kendi elleriyle bir kitle kültürü yaratmıştır. aslında burada söz konusu olan bir “yanılsama” dır. aydınlanma ve sonrasında modernizm belli bir sınıfın tahakkümunu sağlamlaştıran ve kitleleri de kendi çıkarları doğrultusunda belirleyen birer araç konumuna dönüşmüştür. kitlelerin afyonu haline gelen “özgürlük” ve “akıl” sloganları mütemadiyen uyutulmuş ve gerçeklikten uzaklaştırılmış yığınlar yaratmaktadır. işte habermas da tam olarak burada başlar modernizm teorisine.ııhabermas “kamusallığın yapısal dönüşümü” adlı eserinde kamusal alanın tarihini ve modernizm ile bağlantısını modernizmin ilk olarak ortaya çıktığı “sanat” ı da içine alan bir tarihsel süreç içerisinde ele alır. habermas a göre aydınlanma ilk meyvelerini verdiği 19. yy da özellikle kamusal alanda bir özgürlük ortamı oluşturmuştur. bu dönemde iki ayrı yaşam alanına dikkat çeker habermas: sistem dünyası ve yaşam dünyası.habermas’ da sistem dünyası politik alana ve kamusal alana denk düşer insanlar burada etkileşirler ve devamlı iletişim halindedirler. yaşam dünyası ise insanın özel alanını, bir nevi mahremini ifade eder. insan özgür bir birey olmayı ancak kendi özel alanında becerebilir. işte bu noktada habermas’ ın teorisini temellendirdiği 19. yy avrupasını göz önünde bulundurmak gerekir. habermas a göre bu dönemde sistem dünyası ve yaşam dünyası olması gerektiği gibi iki ayrı alan halindeydi ve aydınlanma nın temel ilkesi olan bireysel akıl ön plandaydı. bireyler kendi özel alanlarında özgürce düşünebiliyor ve kamusal alana çıktıklarında özgür bir ortamda iletişim kurabiliyorlardı. buda modernizm in halk üzerindeki meşruiyetini sağlıyordu.19.yy da modernizm in samimi vaatlerle topluma sunulması ve habermas’ a göre içinde bulunulan özgürlük hali ise sistem dünyasının yaşam dünyasına girişiyle son bulmuştur. esas olarak habermas bu noktada frankfurt ekolüne sadık kalır. brujuva nın eline geçen devlet önce kitleler üzerinde zihniyet değişimine yönelik suni sorunlar çıkarmıştır. habermas bu suni sorunlar üzerinde özellikle durur. çünkü devlet özel alana müdahele edebilmek için özel alanda kendi müdahelesini gerektirecek sorunlar çıkarmaya eğilimlidir. bunu ise özellikle kitle iletişim araçları vasıtasıyla kamusal alandaki iletişimi bozarak yapar. insanlar arasındaki ideal iletişim ortamının bozulması zamanla kamusal alandaki iletişimin tahribe uğramasına sebeb olmuş ve insanlar devletin kamusal alana müdahelesine bu yüzden göz yummuştur. işte bu müdaheleyle sistem dünyası kamusal alanı da içine almış ve böylelikle özel alana da karışmıştır. bu birbirine karışma olayında rasyonel bürokrasi ve teknolojinin gelişiminin de büyük payı vardır. “olağan durumlarda kamuoyunun düşüncelerini dile getirmeyi ve iletmeyi sağlayan kurumlara ticarileşerek depolitize olmuştur.” ıııyaşam dünyası ve sistem dünyası nın iç içe girmesiyle öznel akıldan nesnel akıl a geçiş söz konusudur. ancak sistem dünyası ile yaşam dünyasının birleşmesi sonucu kamusal alandaki hakim nesnel aklın biçimselleşerek “araçsal akıl” a dönüşmesi brujuva hakim devletin çıkarlarına göre belirlenen kitlelerin oluşmasına sebep olmuştur. bugün hakim ideolojinin oluşturduğu “kültür endüstrisi” de bu bağlamda ortaya çıkmaktadır. içinde yaşadığımız –habermas’ a göre sapmış olan- modern dünyada artık belli bir kültür yaratımı ve kitlelere sunulması söz konusudur. bu belirlenmişlik ise kitleler üzerinde belirli bir derecede farkındalığa sebep olmaktadır. bu farkındalık ise kitleleri politik sadakatsizliğe sürüklemekte ve kitleler gün geçtikçe daha da depolitize olup yönetilmeye mecbur kılınmaktadır.görüldüğü üzere frankfurt üyeleri modernliğin geldiği nokta ve gelecek konusunda karamsardırlar. bu nedenden dolayı kendilerini sistem dünyasının dışında konumlandırmanın imkanını ararlar. ancak habermas bu konuda kendinden önceki üstadlarını eleştirerek modernliğin yanlış yorumlandığını ve bugün içinde bulunduğumuz şeyin modernizmin bir sapması olduğundan bahseder.ıvjurgen habermas modernizm in tamamlanmamış bir proje olduğunu söyler ve o’ na göre içinde yaşadığımız modernizm in sapmış halidir. işte buradan hareketle modern düşüncenin nasıl gerçek yoluna döndürülebileceğinin ve tamamlanmamış olan bu ideal düşüncenin nasıl tamamlanabileceğinin yollarını arar.daha önce de belirttiğim gibi asıl sorun devletin kamusal alanın işgalidir. ve bu 19. yy dan sonra gerçekleşmiştir habermas’ a göre. işte bu yüzden habermas 19. yy avrupasını kendisine örnek alır. modenizm in temel söylemlerinden olan bireysel özgürlüğün ancak kamusal alanın devletin elinden kurtarılmasıyla söz konusu olabileceğini söyler. bunu için de 19. yy da varolan “ideal iletişim ortamı” nın oluşturulması, insanların sağlıklı iletişim kurmaları ve birbirlerini anlamaları gerekmektedir. habermas durumun vehametini bugünkü kamusal alanın salt üretimde verimlilik ve kar bağlamında devlete bağlı hale geldiğini göstermeye çalışarak duruma bir çözüm arayışına girmektedir. kitleler in yeniden politize edilmesi ve belli bir farkındalık içerisinde bir araya gelmesi şarttır. işte bu yüzden ideal iletişim ortamını “insanlar arasında statü farkları olmaksızın eşit bir iletişim ortamı yaratmak” olarak açıklar ve “bir kral ile halktan herhangi birinin karşılıklı oturup konuşabildiği bir ortam” örneğini verir. ideal iletişim ortamında gerçekleştirilecek iletişimle insanlar özgürlüklerinin farkına varacak ve buna bağlı olarak eylemde bulunacaklardır. bunun dışındaki her türlü bireysel edim belirlenmişliğin dışına çıkamayacak ve brujuva hakimiyetindeki devletin sunduğu alternatiflerden ibaret olacaktır.aslında habermas’ ın temel sorunsalı sistem dünyası ile özel alan arasındaki iletişimi sağlayan kamusal alanın özgürleştirilmesine yöneliktir. sunduğu çözüm önerisi ise kamusal alnın birlikteliğini sağlayacak bir iletişim ortamıdır. bunu ise 19.yy avrupasında yer alan cafeler örneğiyle somutlaştırır. kafelerde insanlar bir araya gelip tamamen eşit oldukları bir ortamda tartışmakta ve politik duruşlarını geliştirmektedirler. bu ise sistem dünyası ile özel alan arasındaki bağı ve sistem dünyasının denetimini sağlar. böylece bireysel özgürlükler devlet müdahelesinden uzaklaştırılmış ve devletin başına buyruk hareketleri engellenmiş olur.vhabermas ın bu teorisi çok fazla eleştiri almıştır. swingewood habermas’ ın teorisini “sosyolojik açıdan naif, tarihsel olarak ise dayanaksız” olmakla eleştirir. postmodern düşünürleri ise habermas ı deyim yerindeyse “ölü doğmuş bir çocuğu yaşama döndürmek” ile suçlarlar. bu modernizm in kaçınılmaz olarak çöktüğünü ve yeni bir dönem içerisinde olduğumuzu ifade eder. habermas ise bu postmodernistleri modernliği anlamamakla direten ve modernizmi kendine özgün bir bağlamda eleştiremeyen “yeni muhafazakarlar” olarak yaftalar. habermas’ a yapılan bir başka eleştiri ise tarihsel bağlamdan kopuk fazla “ütopik” olmasıyla ilgilidir. örneğin habermas’ ın örnek verdiği kafeler sadece belli bir kesimin uğrak yeridir ve toplumun tamamını temsil etme yetisinden yoksundur.sonuç olarak temel tezimize dönersek “modernizm gerçekten tamamlanmamış bir projemidir?” sorusuna verebileceğimiz kesin bir cevap yoktur. modernizm in bir sapma içerisinde olduğunu söyleyen habermas ın teorisi gerçekçi olmakla birlikte gerçekten de tarihsel bağlamdan uzaktır. foucoult’ nun da dediği gibi modernizm hiçbir zaman habermas ın kurduğu gibi ideal bir özgür ortama sahip olamamıştır. bu bakımdan habermas ın tezi “ütopik” tir.günümüz bağlamında habermas’ın teorisinin imkanını sorgularsak eğer habermas ın teorisinin gerçekten de “ütopik” olduğunu görürüz. zira hiçbir zaman var olmamış bir iletişim ortamına bağlar bütün ümidini. bu bugün içinde yaşadığımız dünya bağlamında imkansızdır. zira bütün toplumsal kurumlar daha fazla kar ve ekonomik gelişim bağlamında motive olmaktadır. ve her geçen gün sistem dünyası özel alana daha fazla tecavüz etmektedir. bu bakımdan habermas! ın bahsettiği ideal iletişim ortamını kurmak daha da imkansız hale gelmektedir. nitekim bireyler üzerine varolması gereken farkındalık durumu apolitizasyon politikalarından dolayı gerçekleşememektedir.son kertede modernizmin tamamlanmamış bir proje olduğundan söz etmek pek de mümkün gözükmemektedir. bugün modernizm den sonrası olarak postmodernizm i tartıştığımızı göz önünde bulundurursak modenizm in gerçekten de ideal bir zihni tavır olduğundan bile şüphe edilebilir. bu bakımdan modernizm in nasıl tamamlanacağına yönelik olan habermas’ ın teorisi belki de beyhude bir çabadır. ancak modernizm in analizi olması bakımından bu teorinin sosyolojik değeri çok fazladır. işte bu açıdan düşündüğümüzde gerçekten de habermas ın teorisi bir “ideal tip” sunar bize.kaynakçaadorno, theodor, horkheimer, max(1996) "aydınlanmanın diyalektiği- felsefi fragmanlar 1-2", çev: oğuz özügül, kabalcı yayınevi, istanbul.habermas, jurgen(1999) “kamusallığın yapısal dönüşümü”, çev. tanıl bora, mithat sancar, iletişim yayınları, istanbul.habermas, jurgen(2001) “iletişimsel eylem kuramı”, çev.mustafa tüzel, kabalcı yayınevi,istanbul.horkheimer, max(1998)"akıl tutulması",çev: orhan koçak, metis yayınları, istanbul.marcuse, herbert(1990) “tek boyutlu insan”, çev. aziz yardımlı, idea yayınevi, istanbul.swingewood, alan(1998) “sosyolojik düşüncenin kısa tarihi”, çev. osman akınhay, bilim ve sanat yayınları,ankara.

2 yorum:

Unconventional dedi ki...

Yazınızı gerçekten zevkle okudum. Habermas'ın sistem alanı ve yaşam alanı olarak yaptığı ayrımdan hareketle bir kaç yorum sunmak isterim. Sanırım sistem alanının yaşam alanına yaptığı tecavüzleri gayet iyi analiz eden bir teori de Karl Schimitt ve Giorgio Agamben'nin üstünde kafa yordukları "İstisna Durumu"dur. Agamben'e göre modern devletler günümüzde meşruiyetlerini artık sürekli bir şekilde var olan bir istisna ve kriz durumuna atıfla sağlamaktadırlar ve bu da sistem alanının yaşam alanına müdahelesinin artmasına sebep olmaktadır. Sanırım bu durum modernizmin bir ideal olarak bize sunduğu temsili demokrasinin içinde bulunduğu krizle yakından ilgilidir. Bu kriz durumunu ve onun Habermas'ta yarattığı kaygıyı onun Irak Savaşı ve Avrupa ülkelerinin bu şavaşa karşı aldıkları tutumu eleştiren bir yazısında görebiliriz. Habermas Avrupa kamuoyunu savaşa karşı-ve savaşı destekleyen kendi hükümetlerine karşı- net bir tavır alamamalarından dolayı eleştirir ve onları Avrupa'yı Avrupa yaptığını iddia ettiği ve çoğunlukla Aydınlanma'nın mirası olan ilkelere sahip çıkmaya çağırır. Bu açıdan bakıldığında sanki Habermas belki de çoktan dağılmış olan veya dağılmakta olan bir sistemi bir arada tutmaya çalışmaktadır. Ben bu konuda modernite ile ilgili Frankfurt okulunun karamsar görüşlerini paylaşmak taraftarıyım. Habermas'ta, tıpkı Kant gibi, bireyleri rasyonel ve etik birer varlık olarak tasvir etmekte ve çoğunlukla Aydınlanma'nın akla olan naif inancını devam ettirmektedir. Sanırım modern bireyin rasyonel oluşuyla ilgili bir sorun yoktur, bence asıl soru bireyin her zaman 'rasyonel' davranıp davranmadığıdır. Eğer Aydınlanma'nın savunduğu gibi insanların rasyoneliteye göre hareket ettikleri ileri sürülürse günümüzde tüketim kültürünü ve kitlelerin çılgınca aşırı tüketime yönelmelerini açıklamak bir hayli güçleşecektir. Bence sorun özel olarak Aydınlanma'nın, genel olarak Avrupa düşünce geleneğinin bir hayli soyut ve gerçek dünyadan kopuk bir birey ve insan tasviri üzerinden siyasi ve toplumsal hayatı anlamlandırmaya çalışmasıdır. Bireyler neredeyse sadece rasyonaliteye sıkı sıkıya bağlı, akıllı ve sorgulayıcı varlıklar olarak düşünülmüşlerdir. Evet bireyler rasyonel olabilir ancak bu onların her zaman rasyonel davranacakları anlamına gelmemektedir maalesef. Ayrıca Kant'ın insanların 'aydınlanarak' daha etik ve daha iyi olacağına dair inancı bir hayli kuşku yaratmaktadır çünkü "Aydınlanma'nın Diyalektiği" inde belirtildiği gibi bireylerin gaz odalarında biraz daha uzun yaşamak için arkadaşlarını ele vermeleri de rahatsız edici derecede "rasyonel" bir harekettir. Bence Aydınlanma ve onun geleneğini sürdürenler bireyi içinde bulunduğu sosyal, ekonomik, ve siyasi koşullardan ve bu koşulların etkilerinden soyutlayarak tasvir ettikleri için bugün Aydınlanma ve modernizm projesi iflas etmiştir. Sizin de belirttiğiniz gibi toplumsal kurumlar giderek artan bir şekilde kar üzerinden motive olmaktadırlar ve Kant'ın ekonomik ilişkilerin ve dolayısıyla karşılıklı bağımlılığın artmasıyla savaşların azalacağına dair öngörüsü ne kadar kulağa hoş gelse de tam aksine gelişen ekonomi sık sık yeni savaşlara sebep olmuştur ve olmaktadır. Şahsen " Modernizm gerçekten tamamlanmış bir projemidir?" sorusuna vereceğim yanıt modernizmin hiç bir zaman tamamlanamayacak ve iflas etmiş bir proje olduğudur.

esaskız dedi ki...

Yazınız gerçekten çok güzel ben de modernizm ve gelenek karşıtlığı üzerine merak sardım bana birkaç temel kitap önerebilir misiniz acaba?